tasarımlarımız

tasarımlarımız
farklı bir açı daha

tasarımlarımız

tasarımlarımız
tatlımın kendi yapmış olduğu bir bahçe düzenlemesi

tasarımlarımız

tasarımlarımız
başka bir açı
Powered By Blogger

bothaniqa'dan

canım senin ve benim ortak noktalarımızdan biriside bitkiler ve çiçekler bitanem o yüzden bu blogu açtım umuyorum ki seninde bilgi ve birikimlerin sayesinde bu blog dahada zengin bir içeriğe sahip olacak....

15 Nisan 2008 Salı

GÜL DİKİMİ


Ayrılan üst tabaka toprak fidan başına bir kova yanmış gübreyle karıştırılır. Yoksa gül için hazırlanmış yavaş etkili bir suni gübre fidan başına bir avuç toprağa karıştırılır. Çukura biraz gübreli toprak atılır. Fidan saksıdan toprağını dağıtmadan çıkarılır. Bunun için saksı dikkatle yan yatırılıp dibine birkaç kez vurulur. Fidan çukura oturtulur. Gübreli toprakla çukur doldurulur. Yetmezse alt topraktan ilave edilir. Aşı yeri hafifçe örtülür. Toprak ayakla dikkatlice sıkıştırılır. Hemen sulanır.
Gül çıplak köklü dikilecekse açılan çukurun dibine gübreli topraktan bir tümsek yapılır. Köklerin ezik ve yaralı yerleri hafifçe budanır. Kökler yelpaze biçiminde tümseğe yayılır ve çukur dikkatle doldurulur. Sıkıştırılıp sulanır. Çıplak köklü güller mutlaka sonbaharda dikilmelidir. Kökleri sıcak tutmak için fidanın dibine biraz saman veya kuru yaprak örtülür.
Bir kova içinde birer kürek gübre ve killi toprak az suyla eritilip dikimden önce kökler bu sulu balçığa batırılırsa daha kolay tutar.

DİKİM ARALIKLARI NE KADAR OLMALI

Bu önemli bir ayrıntıdır. Fidanlar arasında yeteri kadar aralık bulunmazsa bitkiler havasız kalacağından mantar hastalıkları artar. Bakım işleri zorlaşır. Gülün cinsine göre dikim aralıkları şöyle olmalıdır:
Minyatür güller: 30 cm.
Melez çay ve demet güller, boylarına göre:
Kısa: 45 – 60 cm.
Orta: 60 – 75 cm.
Uzun:75 cm. - 1 metre
Çalı güller: Boyuna göre 50 cm. ile 1,5 metre arası.
Sarmaşık güller: 2 metre.

GÜL NASIL BUDANIR

Güller budandıkça gençleşir ve ömrü uzar. Her yıl budama yapılmalıdır. Bu pek zor değil ancak teknik gerektiren bir iştir. Bunu öğrenmek için en iyi metot budama mevsiminde bir gül serasını ziyaret edip, olayı bizzat yerinde görmektir.
Öncelikle kaliteli bir gül makası gerekir. Elleri koruyacak uygun bir eldiven de unutulmamalıdır.
Tekrar açan güller iklime göre ocak ve mart ayları arasında budanır. Bir kez açanlar ise çiçekleri geçtikten hemen sonra yazın budanmalıdır. Baharda budanırlarsa o yıl çiçek açmazlar. Gül budaması gülün cinsine göre farklılık gösterir.
Budamaya başlarken öncelikle kuru, hastalıklı ve zayıf ve çok ince dalları dipten kesin. Bitki çalılaşmışsa hava alması için orta kısımdan birkaç dal alın. Bunlar düzgün olmayan çapraz dallar olabilir. Gülleriniz üç yıllık olunca her yıl eski dallardan üç de birini kesin. Gül budarken daima dalın dış yüzeyindeki bir gözün yarım cm. üzerinden kesin. Hafif verev, temiz bir kesik olsun.
Yeni dikilmiş güller kuvvetlenmesi için ilk yıl derin budanır. Aşı yeri üzerinden 15 cm. yani 3–5 göz üzerinden budanmalıdır.
Yetişkin melez çay ve demet güller de her dal 5–6 göz üzerinden budanır.
Çalı gülleri yüksekliğinin yarısı kadar kesilir. Kuru ve bozuk dallar ayıklanır. Derin budanmaz.
Sarmaşık güller ilk yıllarda şekil verilmek için budanır. Daha sonraları yalnızca kuru, bozuk ve hastalıklı dalları ayıklanır.
Minyatür güller de daha çok normal bir makasla hafifçe budanır. Kuru ve hastalıklı dalları ayıklanır.
Gül bitkisi için hijyen çok önemlidir. Budama sırasında çıkan bütün artıklar yakılarak yok edilmeli veya derhal bahçeden uzaklaştırılmalıdır.

YAZ BUDAMASI

Bahar ve yaz aylarında gül keserken, her dalın üzerinde 4–5 göz bırakmaya dikkat edilir. Böylece dal körleşmez. Kalan gözlerden yeni tomurcuklar verir. Yeni dikilen güllerden vazo için gül kesmemelidir. Yalnızca solan güller gül makasıyla temizlenir.
Bazen gül dalları körleşir açmaz. Bunlar birkaç göz altından kesilirse yeni tomurcuk verir. Solmuş güller ve hastalıklı, kuru dallar açma mevsiminde de ayıklanmalıdır.
GÜL HASTALIKLARI

Güllere musallat olan birçok zararlı vardır. Mantar hastalıkları:
Külleme: Yapraklar ve tomurcuklar pudralanmış gibi beyazlaşır. Zamanla tomurcuklar düşer, yapraklar kıvrılıp kurur.
Pas: Yaprakların altında pas rengi lekeler oluşur. Zamanla genişler ve yaprakları kurutur.
Siyah Nokta: Yapraklarda siyah noktalar oluşur. Genişleyerek yaprakları kurutur.
Güller budandıktan hemen sonra bakır esaslı bir mantar ilacı ile ilaçlanmalı ve bu işlem 2 haftada bir tekrarlanmalıdır. (Cupravit, Antracol vs.) Hastalık görünmeden ilaçlama şarttır. Başlamışsa ilaçlama olan hasarı düzeltmez ama hastalığı durdurur.
Zararlı böcekler: Gül bitleri, tırtıllar, testereli arı ve çeşitli böcekler. Bunlar ya bitkinin özsuyunu emer, ya da çiçek ve yaprakları yiyerek bitkiye zarar verirler. Uygun ilaçlar kullanılmalıdır.
Bazı böcekler dalların içine girerek boşaltırlar. Böyle hastalıklı dalları sağlam yerine kadar budamalıdır.
Mantar hastalıklarında belirti görülmeden ilaçlama yapılır. Böcek ilaçları ise zararlılar görüldükten sonra kullanılır. Bu ayrıntıya dikkat edilmelidir.
İlaçlama kuru, rüzgârsız, güneşsiz ve serin havada yapılır. Akşamüstü en uygun zamandır. İlacın tarifesi dikkatle okunur. Buna göre işlem yapılır.
SULAMA: Gül dayanıklı bir bitki olduğu için, fazla sulanmasa da kolay kurumaz. Ancak çiçekleri küçülür, yeni tomurcuk vermez. Bitki gelişemez. Yeni fideler düzenli sulanmaz ise kuruyabilir. Bol sulanan güller sürekli gelişir ve çiçeksiz kalmaz. Ancak dibinde su beklememelidir.
En ideal sulama için gül fidanının çevresi hafif çukurlaştırılır. Haftada 1–2 defa bu çukur suyla doldurulur. Sadece toprağı ıslatmak yetmez. Az ve sık sulamak faydadan çok zarar verir. Saksı gülleri daha sık sulanmalıdır.

ESKİ GÜLLERİN YERİNİ DEĞİŞTİRMEK




Bazen gölgede kaldığı için veya başka bir sebeple gül fidanının yeri değiştirilmek istenir. Bitki 10 yaşında bile olsa bu mümkündür. Bu iş için en uygun zaman kasım-aralık aylarıdır. Böylece fidan bahar gelmeden yeni yerine alışma fırsatı bulur.
Önce yeni çukur açılıp hazırlanır. Daha sonra sökülecek gülün dalları kısaltılır. Bitkinin etrafı köke zarar vermeden açılır. Çatal bel yardımıyla dikkatle yerinden oynatılır. Toprağıyla çıkarılırsa daha iyi olur. Vakit geçirilmeden yeni yerine dikilir ve bolca sulanır.

GÜL İÇİN GEREKLİ BESİN NASIL SAĞLANIR

Aşırı besin tüketen bir bitki olduğu için toprağı her yıl gübrelenmelidir. Güllerin çevresi sonbaharda yanmış gübre ile tamamen örtülür. Bu suretle hem kökler soğuktan korunmuş olur hem de toprak besince zenginleşir.
● Gül için hazırlanmış kurumuş kan ve öğütülmüş boynuz ile yapılan tabii gübreler de çok faydalıdır. Yavaş etkili bu gübreler ilkbaharda fidan başına bir avuç hesabıyla gül diplerine serpilir. İlk çiçekleri geçtikten sonra ve yaz ortasında olmak üzere iki kere daha aynı miktarda gübre verilmelidir.
● Fidanlar tomurcuk zamanı gübre şerbeti veya suni gül gübresi eritilmiş suyla arada bir sulandığı takdirde bol çiçek açar. Temmuz ayına kadar hiç olmazsa üç kez şerbet verilmelidir. Özellikle çiçekli dönemlerinin sonunda verilirse yeni tomurcuklar çıkarmakta gecikmeyecektir.
Gülleri beslemek için yukarıdaki iki usulden biri tercih edilir.
Gübre şerbeti için bir kovaya bir kaç kürek yanmış gübre ıslatılır. Üzeri örtülü olarak 3–4 gün bekletilir. Daha sonra sulama sırasında güllere verilir. Özellikle kuş gübreleri böyle verilmelidir.

GÜL DİKİLECEK YERİN HAZIRLANMASI

Az sayıda gül dikilecekse mümkünse dikimden bir ay önce 40–50 cm. derinlik ve 50 cm. genişlikte çukurlar açılır. Çıkan toprağın üst kısmı bir tarafa, alt tabaka ise başka bir tarafa ayrılır. Çok sayıda fidan tarh şeklinde dikilecekse seçilen yer bolca yanmış gübreyle karıştırılıp, tarla usulü kazılır. Çukurlar daha sonra açılır. Buralardaki yabani otlar ve varsa iri taşlar temizlenir.

GÜL YETİŞTİRME TEKNİKLERİ


Kalıcı olduğu düşünülürse gül bitkisi dikilmeden önce gerekli hazırlığın dikkatle yapılması, doğru dikim, sonrasında bakım ve budama işlemlerinin tam vaktinde uygulanmasıyla gülleriniz yıllar boyunca cazip çiçekleriyle bahçenizi süsler. Gül bakımı zor değil ancak ihtimam ve dikkat isteyen bir iştir.

GÜL SATIN ALIRKEN

Fidanları güvenilir bir seradan temin edin. Güllerinizi saksı içinde alırsanız her mevsim dikebilirsiniz. Fidanları almadan önce dikkatle inceleyin. Aşının üzerinden çıkan en az dört adet sağlıklı dal bulunsun. Yaprakları canlı ve lekesiz olsun. Saksının içini ot bürümüş, altından kökler fışkırmışsa bu iyiye işaret değildir. Bitkinin kart olduğunu gösterir.
Ancak ilk ve sonbaharda çok fazla çeşit bulunduğu için bu zamanlarda daha kolay seçim yapabilirsiniz. Ayrıca sonbaharda dikilen güller daha kolay tutar. Kış boyunca yerine alışır ve baharda güzel açar.

GÜL HANGİ TOPRAKTA YETİŞİR

Gül fazla seçici olmamakla beraber, en iyi bağ toprağı da denilen demiri bol hafif kırmızımsı, kumlu killi toprakta yetişir. Bakir toprakları sever. Fazla asitli, kireçli ve besin açısından zayıf topraklar gül yetiştirmek açısından uygun değildir. Bol gübre veya kompost kullanılarak böyle topraklarda da gül yetiştirmek mümkündür.
Ağaç veya yüksek çalı bitkilerinin altlarına gül dikilmemelidir. Gölge olması bir yana, ağaç kökleri fidanların gelişmesine izin vermez.
Daha önce gül yetişmiş topraklara veya eski gül fidanlarının yakınına yeni gül dikilmesi uygun değildir. Sebebi tam bilinmemekle beraber yeni güller böyle yerlerde iyi gelişemez, hatta ölebilir. Bu durum "gül hastalığı" diye adlandırılmıştır.
Mecbur kalınırsa dikim çukuru biraz geniş ve derin açılır ve buradan çıkan toprak kullanılmaz. Bahçenin başka bir yerinden toprak getirilir. Eski toprak başka yerde rahatlıkla kullanılabilir.
Ayrıca toprağın drenajlı olması gerekir. Su tutan yerlere gül dikilmez.

VAZODA ÇİÇEK YETİŞTİRME

Vazoda Çiçek Bakımı

Çiçekçiden alınan çiçeklerin, vazoya yerleştirildiği zaman, suyun altında kalacak olan yapraklarını kopararak temizleyiniz.


* Çiçeklerin saplarını, sapın içine hava girip su alımını engellememesi için, su dolu bir kabın içine koyunuz ve sulanan sapların uçlarını 2 cm kadar bıçak ya da makasla kesip, hemen vazoya yerleştiriniz.

* Çiçeklerin konulacağı vazoya suyu su filtresinden koymayınız. Vazoya konan çiçeğin ömrünü uzatmak için, bir litre su içerisine 1 çorba kaşığı şeker koyabilirsiniz.

* Güllerinizin saplarını kesip, vazoya yerleştirdikten sonra, mümkünse serin ve karanlık bir oda ya da buzdolabında kendilerine gelmelerini bekleyiniz.

* Eğer satın aldığınız aranjman, çiçekçiniz tarafından gözenekli ve süngerimsi, bir malzemeye(oasis) çiçekler saplanması ile yapılmış ise, çiçek saplarının dibe kadar saplanmış olmalarından emin olunuz ve aranjmana su ilave ediniz.

* Aranjmanınızı serin ve direkt güneş ışığı olmayan ve hava cerayanına maruz kalmayan bir yere koyunuz.

* Güller susayan çiçeklerdir. Vazodaki suyun sürekli dolu olmasına dikkat ediniz.

* Eve gelen lilium'lar hafif açıldıktan sonra, içlerindeki polen kesesi kesilip çıkarılmalıdır. Bu lilium'un ömrünü uzatır. Aynı zamanda polenden leke bulaşmasını önler.

NASIL ÇİÇEK YETİŞTİRİLİR ?

Nasıl Çiçek Yetiştirebilirim?

Bahçe ve balkonlarda yetiştirdiğimiz çiçekleri çeşitli yollardan temin ederiz. En kolayı bir seraya gidip gözümüze kestirdiğimiz, hoşumuza giden çiçekleri satın almaktır. Az miktarda bitki gerekiyorsa bu yol en mantıklısı olacaktır.


Eğer büyük bir balkon veya bir bahçemiz varsa fazla sayıda bitki gerekir. Bu durumda çiçeklerimizi çeşitli metodlarla kendimiz yetiştirmemiz daha ekonomik olur. Çiçeklerimizi tohumla,çelik veya kök sürgünlerinden yetiştirebiliriz.

Tohumla çiçek yetiştirme

Tohumla bitki yetiştirmek biraz karmaşık bir iştir. Bütün tohumlar aynı şekilde ekilmez. Bitkisine göre ekim zamanı,ısı ve ortam farklılıkları gösterir. En çok mevsimlik ve iki yıllık çiçekler tohumdan yetiştirilir.

Çelik ile çiçek yetiştirme

Bazı ömürlü çiçekler çelikle yani bitkiden kesilmiş dalı köklendirerek yetiştirilebilir. İki çeşit çelik olur.

Kök çeliği ile yetiştirme

Yıldız çiçeği, hezaran, şakayık ve acı bakla kök çeliğiyle yetişir. Bitkinin dibinden fışkınlayan taze dalları köke dokunmadan ya elle hafifçe çekerek,kopmuyorsa bıçakla kesilerek ayrılır. Kesilen çeliğin üzerinde ana daldan küçük bir parça bulunursa daha çabuk köklenir. Çelik saksıda köklendirilir.

Uç çeliği ile yetiştirme

Bitkinin çiçeksiz ve taze bir dalı 5-10 cm. kesilir. Toprak önce bir çubukla delinir. Çelik yerleştirilir. Toprak hafifçe sıkıştırılır ve sulanır.Gölgede köklendirilir.

Çelikler susuz bırakılmamalı ama çürüyecek kadar da aşırı sulanmamalıdır.

Kök sürgünlerinden çiçek yetiştirme


Ömürlü çiçekler ve bazı soğanlı çiçekler için için en uygun usuldür. Zira bu şekilde bitkiden çiçek almak için bir yıl beklemek gerekmez. Hemen o yıl açar.

Mesela seradan beğendiğiniz ömürlü çiçeklerden az sayıda alırsınız. Bitki gelişip çoğalınca köklerinden ayırıp yeni bitkiler elde edebilirsiniz.

Ayrıca ömürlü çiçeklerin bir kısmı 3 yılda bir sonbaharda sökülüp kökleri ayrılarak yeniden dikilirse bitki tazelenir ve ömrü uzar.

Kök ayırma ilkbahar veya yaz sonunda yapılır. Etli kökleri keskin bir bıçak kullanarak ayırabilirsiniz. Çok iri bitkileri ise çatal belle hafifçe yerinden oynatmak gerekebilir.

MART AYI ÇİÇEK AYI

Mart ayında tohum ve çiçek ekilir

Çiçek tutkunları havaların ısınmasıyla saksılarını elden geçirmiş, toprakları havalandırıp yenilemiş, çiçeklerin kuruyan yapraklarını ayıklamıştır.


Unutmayın mart, tohum ve çiçek ekme ayıdır. Eğer sıfırdan başlayıp doğanın mucizelerine gün gün tanık olmak istiyorsanız, sevdiğiniz birkaç çiçeğin tohumunu alıp saksılara ekebilirsiniz.

Birkaç günde bir sulanıp, nemli kalmaktan başka bir ihtiyaçları yok. Minik minik filizlenip, zamanla boy verip çiçek açmalarını takip etmek ayrı bir zevk...

Papatya, kedi gözü, fesleğen...

Tercih sizin...

BONZAİ

Bonzai yaşayan bir sanat

Yıllar boyu bir bitkiye aşk derecesinde bakım yapabilmenin sabrıyla, estetik duyarlılığın ve bahçecilik ilminin birleşme noktasıdır bonzai.


Bonzai, küçük saksılarda ağaçların doğadaki güzelliklerini farklı boyutlarda sunan geleneksel bir Japon sanatıdır. Ağaçların büyümeleri, çiçek açmaları, meyveleri ve yaprakları her zaman insanlarda büyük bir ilgi uyandırmıştır.

Japonlarda ise bu ilgi bonzai sanatını doğurmuştur. Bonzai kelimesinin tam anlamı “saksı bitkisi”dir. Fakat bonzai bunun çok ötesinde farklı bir şeydir; doğayı küçük bir saksıda sunabilmektir.

Yaşlı devasa bir ağacın, bir ormanın yada doğadaki bir manzaranın ifade edilebilmesidir. Küçültülmüş ama yaşayan ağaçların yetiştirilebilmesidir. Doğanın böyle küçük bir parçasının yıllarca bakım altında tutulması, derin bir hazzın ve eğlencenin kaynağı olabilmektedir.

Bonzai sanatı uzun bir geleneğe sahiptir ve yüzyıllar boyu bonzai Japonya’da yetiştirilmektedir. Kamakura zamanında (1192-1333) resim tomarlarında bonzai resimlemelerine rastlanmaktadır. Edo zamanından (1603-1867) yaklaşık 200-300 yıl önce yetiştirilmeye başlanmış bazı bonzailer günümüzde hala yaşamaktadır.

Bonzai “yaşayan bir sanat” olarak bugün sadece Japonya’da değil, dünyanın birçok ülkesinde ilgi görmekte ve hayranlık uyandırmaktadır. Her geçen yıl daha fazla sayıda insan bonzai güzelliğini keşfetmekte ve bu uğraşı esnasında bitkiler dünyasının sükunetini hissetmektedirler.

Mevsimleri yaşamak

Bir bonzai yüzyıllar boyu sağlıklı yaşatılabilir, eğer gerekli yetiştirme teknikleri (saksı değiştirme, sulama, budama, vs.) uygun olarak ve dikkatli bir şekilde uygulanırsa. Mevsim değişimleri, özellikle yaprak döken bonzaileri çok ilgi çekici hale getirmektedir; ilkbaharda tomurcuklanması, yazın parlak yeşil, sonbaharda kızıl ve sararmış yaprakların dalları kaplaması, kışın dalların çırılçıplak ortada kalması. Seyrine doyumu imkansız olan, yıl boyu en az dört farklı görüntüde bonzai seyretme imkanı. Yaşayan sanatın sunduğu görsel şölen.

Bonzai merakı dünyada yayılıyor

Japonca bir kelime olan “Bonzai”, birçok dile girmiş olup uluslar arası bir terim haline gelmiştir. Birçok ülkede bonzai grupları ve organizasyonları kurulmakta ve toplantılar düzenlenmektedir. Bu doğrultuda 1989 yılında Japonya’da Dünya Bonzai Toplantısı tertip edilmiş ve dünya çapındaki bonzai organizasyonları federasyonu olarak Dünya Bonzai Dostluk Federasyonu kurulmuştur.

Bonzai hoştur yapması zordur

Yıllar boyu bir bitkiye aşk derecesinde bakım yapabilmenin sabrıyla, estetik duyarlılığın ve bahçecilik ilminin birleşme noktasıdır bonzai. Dünyanın her bölgesinde o yöreye has bitkiler ve ağaçlar vardır, yaşayan sanata malzeme olabilecek.

Bu yüzdendir ki insanlara cazibedar gelmektedir bonzai, lakin uygulayabileni ancak sabırlı olanlarıdır. Yaşayan sanatın bir diğer adıdır sabır, yapması bedava olsa da dayanması her babayiğidin harcı değildir.

ÇİÇEKLERİN BAKIMI-2



Evde bitlikleri nereye koymalıyız ?


Bir bitki satın aldığınızı veya size bir çiçek hediye edildiğini düşünelim. Bu çiçek için en uygun yer neresi olabilir?
Evinizin içerisinde her nokta bitki yetiştirmek, onları başarılı bir şekilde büyütmek için uygun değildir. Seçilen yerin bitkinin belirli temel ihtiyaçlarını karşılaması gerekir, bitkinin yerleştirildiği yer bitkiler için gerekli ışığı almalı yeterli nem ve uygun sıcaklık sağlanmalıdır. Işık, nem ve sıcaklık başarılı bitki yetiştirmenin üç önemli faktörüdür. Bitkileri ev içerisinde koyacağınız yere karar verirken bu faktörleri daima dikkate almalısınız.

Daima hatırımızda tutacağımız noktalardan birisi de bitkiler pencereye çok yakın kondukları taktirde uzun süre direkt güneş ışığına maruz kalmalarıdır. Bitkilerin büyük bir bölümü doğrudan güneş ışığını sevmezler. Bitkilerle ilgili diğer bir problem de bitkilerin pencerelerin çok yakınına konulduğunda ortaya çıkar.

Özellikle kışın dış ve iç sıcaklık arasındaki fark şaşırtıcı derecede büyüktür. Bitkinin bir tarafı odanın ılımlı havasından yararlanırken diğer tarafı camdan geçip gelen soğuk havanın etkisine maruz kalacaktır. Bitkilerin zarar görmesine neden olacak derecede uzun süre pencerelere dayanmasına dikkat edilmelidir.

Çiçeklerde Işık


Günümüzde salon bitkileri çoğunlukla seralarda yetiştirilir. Ancak bu konu sözü edilen bitkilerin gelişme alışkanlıklarının değişmesi olarak düşünülmemelidir. Bitkilerin doğal çevrelerinde ışığa gereksinimleri olduğu için salon bitkilerine uygun miktarda ışık sağlanması gerekir. Bitkilerin gerektiği şekilde gelişme ve büyümeleri için ışık çok önemli bir faktördür. Söz konusu bitkiler çok karanlık bir yere konulduğunda bitki sağlıklı görüntüsünü kaybeder.

Oysa pencere kenarına ya da yakınına konulduklarında sağlıklı geliştikleri görülür. Açık renkli bir duvar karşısında bitkilerin daha iyi gelişmeleri ve koyu renkli bir duvar karşısında ise kötüleşmesinin nedeni de budur. Eğer çiçekler karanlık bir yere konulmak zorunda kalırsa bu sorun yapay bir ışık kullanılarak çözümlenebilir. Yapay ışık uygulamada en iyi yöntem florasan lambaların kullanılmasıdır. Bitkiler başka bir odadan yansıtılmış ışık sağlanan bir yere konuldukları zaman daha iyi gelişirler.

Direkt ışık kaynağı almayan bir odada bile özenli bir yönlendirme yapılabildiğinde bitkiler uygun bir gelişme sağlayabilecek yeterli yansıtılmış ışığı alabilirler.

Çiçeklerde Sıcaklık


Evlerde yetiştirilen salon bitkileri,seralardan gelmiş olsalar bile, bizim sahip olduğumuzdan daima ılık iklim kökenlidir. Afrika menekşeleri ve çöl kaktüsleri gibi bitkiler fazla sıcaklık isterler ve dışarıya bahçeye konulduklarında yaşamlarını sürdüremezler. Sürekli ve sık sık değişikliklerin olduğu yerler onlara zararlı olacaktır. Hol radyatörlerinden sıcaklık uçup giderken ön kapı her zaman soğuk hava akımlarına açıktır. Bu çeşit düzensiz sıcaklık değişiklikleri bitki için zararlıdır. Yazın sıcaklık kışa göre 5-10°C daha fazla olmalıdır. 97-99. sayfalarda resimlerle açıklanan bitkiler için ideal sıcaklıklar belirtilmiştir.

27-28°C (80°F)
Yüksek hava nen de salon bitkileri için maksimum sıcaklık
22-23°C (72°F)
Salon bitkilerinin büyük çoğunluğu için maksimum sıcaklık.
15-16°C (60°F)
Tropikal salon bitkiler için en düşük sıcaklık.
12-13°C (45°F)
Bilinen salon bitkileri için minimum sıcaklık.
5-10°C(36°F-42°F)
Dayanıklı salon bitkileri için kış sıcaklığı.

Çiçeklerin Nem Ortamı


Bitkiler yetişme ve gelişmeleri için gereken besin maddelerini kökleri vasıtasıyla emdikleri suyla birlikte alırlar. Saksıdaki toprak nispeten. Steril musluk suyu ile sulanırsa kompostta bulunan besin elementlerini alabilir. Bir süre sonra toprak fakirleşir veya besin maddeleri süzülür gider. Bu nedenle bitkilere düzenli aralıklarla, bitki bakım rehberinde belirtildiği gibi haftada bir ya da 15 günde bir, suya ilave edilmiş bitki besini formunda ekstra besin maddesi verilmesi gerekir.

Yarayışlı bitki besin maddelerinin çeşitli tipleri vardır. Bunlarla birlikte daima kullanılma önerileri göz önünde tutulmalıdır.
Çok sayıda besin elementlerini içerdiği için yağmur suyu musluk suyundan daha yararlıdır.

Bu nedenle, eğer mümkünse, yağmur suyunun bitkilere püskürtülmesi en iyi yoldur. Bu yalnızca bitkilere yararlı olmakla kalmaz, aynı zamanda kireçsiz olduğu için yapraklar üzerinde çirkinliğe neden olan beyaz lekeleri de azaltır. Püskürtmeden kaynaklanan bu lekeler hoş değildir, ancak sıvı, sprey formunda kullanılabilen yaprak parlatıcıları "Life Shine" ile kolayca uzaklaştırılabilirler.

Eğer sıvı for-mundaysa,madde az miktarda suda çözülür ve bu solüsyonla yapraklar silinir. Böylelikle yapraklar güzel ve sağlıklı bir parlaklık kazanırlar.

Püskürtme özellikle, kışın ısıtma sistemleri nedeniyle kurulaşan atmosferde daha büyük önem taşır.

Bitkiler, yaprakları arasında iyi bir şekilde dağıtılmış buhar veya suya ihtiyaç duyarlar. Fazla su zarara neden olabilir. Ancak bitki spreyleriyle hafif bir yağmurlama kesinlikle herhangi bir zarar meydana getirmez.


Çiçeklerde Uygun Su miktarı


Yeterince "nemli tutulması gerekir" sözü bitkinin su ihtiyacı konusunda bir açıklık getirmemektedir. Bitkilerin su ihtiyacının ne zaman ve ne kadar olacağını bilebilmek için tecrübe gerekmektedir. Burada parmak uçlarınız zamanla tecrübe kazanacak ve ıslak (suyun topraktan sızması), orta nemli ve kuru (parmağın nem hissetmemesi) arasındaki farkı hissedecektir.

Bu basit yöntemi uyguladığınız sürece günden güne fark eden toprak neminin derecesini ölçer hale gelebilirsiniz. Aynı zamanda saksının dibi ve altındaki tabağı da sık sık kontrol edilmelidir. Saksının drenajı iyi yapılmalı su dipte birikmemelidir.

Çiçeklere Uygun Su Çeşitleri


Pek çok yerde musluk suyu iyi bir sulama suyu olamaz. İçindeki kireçten ileri gelen sertlik fazla olursa Açelya, Ortanca, Orkide gibi kirece duyarlı bitkiler bundan zarar görürler. Musluk suyunun sertliği, basit yumuşatıcılarla düşürülebilir.

Yumuşak su, yağmur suyundan, buzdolabı defrost suyundan veya bazı su kaynaklarından sağlanabilir. Sudan ileri gelen zararlı maddeler saksı toprağının yüzünde toplanır. Her yıl saksı toprağının üst katmanını atıp, saksı değiştirmek bitki için oldukça faydalıdır.

Çiçekleri Suya batırarak sulama


Suya batırma sadece yazın ve iyi drenajlı saksılardaki geniş, çalı tipli bitkilerde uygulanan bir metodudur. Uygun bir kabı veya mutfak lavabosunun ılık su ile doldurulup bitkinin içine daldırılmasıdır. Bu şekilde sulamada saksıdan kirli havanın atıldığını gösteren pek çok hava kabarcığının çıktığı gözlenir.

Yaklaşık 10 dakika sonra bitki sudan çıkarılarak saksıdan hiç su süzülmeyinceye kadar yarım saat kurutulur. Sonra pencere kenarına yerleştirilir. Taze hava su süzüldükçe köklere doğru nüfus ederek, kökleri uyaracaktır.Bu istemin yazın haftada bir yapılması bitkinin sağlıklı gelişebilmesi açısından çok büyük önem taşır.


ÇİÇEKLERİN BAKIMI



Çakıl Üzerinde Çiçek Soğanı

Kasım-Aralık aylarında çiçek açan Narcissus ve Hyacintus soğanları Eylül ayı sonunda çakıl taşları ile hazırlanan dikim yerine yerleştirilir. Bu bir cam kase olursa bitkinin köklenmesini izlemek mümkündür.

Yapraklar da kireç lekeleri

Buna çok miktarda kireçli su püskürtülmesi neden olur. Ancak bu lekeler sprey ya da sıvı şekilde bulunan yaprak parlatıcıları ile giderilebilir.

Yapraklanın temizliği

Süs bitkilerinin yaprakları üzerinde zamanla tpz tabakaları oluşur. Bu tozlar yaprak gözeneklerinin kapanmasına dolayısıyla solunuma engel oldukları için bitkinin yaşam fonksiyonlarında aksamalar meydana gelir. Bu gibi sorunları ortadan kaldırmak için yaprakların bir sünger yardımıyla oda ısısında olan kireçsiz su ile temizlenmeleri gerekir.

Sabun ve Alkol

24 gr sabun, 1 İt su ve 10 cc alkol karıştırılarak bir eriyik elde edilir. Bu karışım evde kolayca hazırlanan etkili bir ilaçtır. Bitkilerin öz sularını emerek yaprak kıvrılması ve şekil bozukluğuna yol açan yaprak bitlerine karşı kullanılabilir.

Yer değişikliği

Bitkilerin sıkça yer değiştirmesi son derece sakıncalıdır. Bitkileri yerleştirirken uzun süre kalabileceği yer düşünülmelidir. Yaprakların ve tomurcukların dökülmesi gibi sakıncalar yaratabilir.

Sulama

Soğuk su bitkilerde yaprak lekeleri, doku, kök çürükleri gibi zararlar yapabilir. Sulama genellikle oda sıcaklığında kireçsiz su ile yapılmalıdır.

Kirli saksılar

Bitki hastalık etmenlerinin uygun gelişme yerleridir. Saksı ister plastik, ister toprak olsun boşaltıldığı zaman iyice temizlenmelidir. İçinde soda bulunan sıcak su ile fırçalanmalı ve durulanmalıdır.

Tırmanan bitkileri nasıl desteklemeli

Bazı tırmanıcı bitkiler duvar üstünde sağlam bir pençeye sahiptirler. Bazı türlerin tırmanabilmesi için yardım gereklidir. Bu yardım, duvara vida monte edilip sürgünlerin ince teller yardımıyla bunlara tutturulması suretiyle olabilir. Duvara tel gerebilir, ağaç direkler koyabilirsiniz. Ancak yapılan düzenlemede bitkinin yeterli ışık alması gerektiği unutulmamalıdır.

Başka destek çeşitleri

Bazı küçük bitkiler, saksıya demir çember monte edilip bununla desteklenirler. Stephanotis, Ho-ya carnosa gibi ince sürgün veren bitkiler için demir çember son derece uygundur. Fakat Philo-dendron, daha büyük bir destek ister. Bu tür bitkilerin desteklenmesinde; üzeri yosun veya sünger kaplı plastik bir boru kullanılabilir. Yosunlar, boruya naylon ipler ile bağlanmalı, zaman zaman da ıslatılmalıdır. Böylece bitkinin hava kökleri yosunlar arasına girip desteğe tutunacaklardır.

Saksı değiştirme


Belirli kurallara dikkat edildiği sürece saksı değiştirmek zor değildir.
Saksı değiştirmede dikkat edilecek hususlardan biri bitkinin fizyolojik durumu ile ilgilidir. Büyümenin gözle görünür yavaşlaması, bitki renginde solgunluk (hastalık haricinde) köklerin saksının deliklerinden çıkması gibi. Diğer önemli bir husus da, değiştirilecek saksılarla ilgilidir. Eğer saksı yeni ise kullanılmadan önce kireçsiz suda 24 saat bekletilmeli suyu tamamen emmesi sağlanmalıdır. Bu kural toprak saksı için geçerlidir. Eski saksılar ise içi ve dışı su altında iyice fırça ile temizlendikten sonra kullanılmalıdır. Temel kurallardan birisi de saksı drenajının iyi olmasıdır. Suyun saksının dip kısmında birikmesi köklerde çürümeye yol açacaktır. Ancak kırık saksı parçalarıyla yapılan basit bir drenaj (suyun akışının düzenlenmesi) çıkabilecek problemleri ortadan kaldıracaktır.

Değiştirme işlemine gelince; Değiştirilecek saksıdaki bitki toprak yüzeyinden sol elin yüzük parmağı ile işaret parmağı arasına alınır, saksı sağlamca tutularak ters çevrilir. Saksının bir kenarı hafifçe sert bir yere vurularak bitkinin serbestçe saksıdan çıkması sağlanır. Yeni saksının dip kısmındaki su akıtma deliğinin üzerine birkaç saksı kırığı konduktan sonra üzerine 3 cm kadar taze toprak konur, bitkinin köklerinden, eski toprak silkelendikten sonra saksının ortasına gelecek şekilde oturtulur. Kalan boşluk taze toprakla saksının üst düzeyinde 1-2 cm boşluk kalacak şekilde doldurulup sert bir yere vurularak toprağın sıkışması sağlanmalıdır. Değiştirme işlemi bittikten sonra toprak tümüyle nemli duruma gelinceye değin su verilir ve güneş ışığı almayan aydınlık, ılık bir yere yerleştirilerek köklerin yeni ortamlarına uymaları sağlanır.

Saksı toprağının değiştirilmesi gibi gevşetilme yoluyla havalandırılması da önemlidir. Bu işlem için.uç kısmı hafif sivri tahta çubuktan yararlanılabilir. Köklerin zarar görmemesine dikkat edilmelidir.

MENEKŞE

MENEKŞE

Dünyanın bir çok yerinde yetişebilmekle beraber en çok kuzey yarımkürede yetişir. Ayrıca Hawai ve Güneydoğu Asya'da da yetişebilir.


Menekşe, menekşegiller (Violaceae) familyasına bağlı Viola cinsini oluşturan çoğunlukla saksılarda yetiştirilen bitki türlerinin ortak adı. 400 ile 500 arası türü bulunmaktadır. Dünyanın bir çok yerinde yetişebilmekle beraber en çok kuzey yarımkürede yetişir. Ayrıca Hawai ve Güneydoğu Asya'da da yetişebilir. Doğada aydınlık, fakat gölgede ve nemli bölgelerde yetişir.

Genellikle uzun ömürlü olabilen menekşe türü, bazen dönemlik de yaşayabilir. Yaprakları kalp şeklini andırır ve düzensiz, asimetrik (çarpık) çiçekleri bulunur. Bu çiçekleri menekşe familyasının içindeki türlerin ayırt edici özelliğidir. Çiçeklerinin rengi genellikle, çiçeğin adını verdiği menekşe rengindedir. Fakat mavi, sarı, beyaz, pembe ya da çok renkli açan türleri de bulunur. Çok bol çiçek açar, tüm bahar ve yaz döneminde çiçek açtığı görülebilir.

SÜMBÜL

SÜMBÜL

Sümbül, Hyacinthus cinsine ait soğanlı bitkilerden olup daha önce Zambakgiller (Liliaceae) familyasının üyesi olarak kabul edilmekte iken şimdi yeni bir familya olan Hyacinthaceae altında incelenmektedir.


Sümbüllerin anayurdunu doğuda İran ve Türkmenistan'a kadar dağılım gösteren doğu Akdeniz bölgesi oluşturmaktadır. Hyacinthus, Yunan mitolojisinde Sparta Kralı'nın genç oğlu olup yeniden doğuşu simgelemektedir.

İslam peygamberi Muhammed'in "İki somun ekmeğimden birini sümbüller almak için değişirdim, ki onlar benim ruhumu besler." dediğine şahid olunmuştur.

14 Nisan 2008 Pazartesi

KARDELEN

KARDELEN

Kardelen, bir çenekli çiçekli bitki familyalarından nergisgiller (Amaryllidaceae) içinde sınıflanan Galanthus cinsi bitki türlerinin ortak adıdır.


Türkiye'de halk arasında, "kardelen"den başka "garipçe", "Öksüz Ahmet", "aktaş", "boynu bükük", "karga soğanı","akça bardak" gibi yerel adlarla da anılan bu türler çok yıllık, soğanlı ve otsu bitkilerdir.

Kardelenler, tıbbi açıdan önemli oldukları düşünülen bitkilerdir:[2]

Türkiye'de halk arasında, toprak üstü kısımları kalbi kuvvetlendirici, mideye iyi gelen ve âdet söktürücü ilaç; toprak altı kısımları ise taze haldeyken ezilerek, çıbanları olgunlaştırmak için hazırlanan lapa olarak kullanılır.

İçerdikleri ve ilaç olabilme olasılığı bulunan alkaloit ve lektinler nedeniyle, çok sayıda araştırmaya konu olmaktadırlar.

Türkiye'de 9 türünün doğada yetiştiği bilinen kardelenlerden bazılarının soğanları Türkiye'nin ihraç ürünleri arasında bulunmaktadır. Galanthus elwesii ile Galanthus ikariae ve/veya Galanthus latifolius adlı türler, uzun yıllardan beri ve başta Hollanda olmak üzere bazı ülkelere, "süs bitkisi" adı altında ihraç edilmiştir.

Güncel durumda, Galanthus elwesii ile Galanthus woronowii türleri dışındaki kardelen soğanlarının doğadan toplanarak ihraç edilmesi yasaktır. Bahsi geçen ve Türkçe'de sırasıyla "Toros kardeleni" ve "Karadeniz kardeleni" olarak anılan iki türün soğanlarının ihracatı ise sınırlandırılmıştır.

SARDUNYA

SARDUNYA

Anavatanı Güney Afrika olan sardunyalar hoş kokulu gür yeşilliği, parlak renkli demet demet çiçekleriyle şüphesiz dünyada en sevilen çiçeklerin başında gelir.


Yetiştirilmesi, çoğaltılması kolay,çeşitleri zengin,çiçek açma zamanı çok uzundur.Öyle ki uygun şartlar altında o zarif çiçeklerini yıl boyunca bizden esirgemez.

Sardunyalar dört ana gruba ayrılır


GENEL
En yaygın olan tür budur.Tüylü yaprakları düzrenk veya ebruli ,yuvarlak dilimli,çiçekleri demetler halinde sarı ve mavi hariç her renkte,katmerli veya yalınkat olabilir.Boyu 30-60 cm.kadar,budanmazsa çok daha fazla uzayabilir.Çiçeklenme süresi çok uzundur.Çelik ve tohumdan kolaylıkla çoğalır.

SAKIZ SARDUNYASI
Bu sarkık dallı tür parlak etli yaprakları,beyazdan bordoya kadar değişen,katmerli veya yalınkat demetler halinde açan gösterişli çiçekleriyle bilinir.Esnek dalları 1 metreye kadar sarkabilir.Cüce türleri de vardır.Soğuğa karşı daha hassastır.Çelikten kolayca yetişir.

CEYLAN
Halk arasında ceylan ve ye karagöz olarak adlandırılan bu tür,sivri uçlu tüylü yapraklara ve açelyayı andıran çok gösterişli çiçeklere sahiptir.Bu çiçeklerin ortaları siyah,kenarları çok canlı renklerde düz veya ebruli olabilirler.Boyu 30 cm. den bir metreye kadar uzayabilir.Tek dezavantajı çiçeklenme süresinin diğer türlere göre kısa oluşudur.

ITIR
Çok eskiden beri evlerimizde yetişen ıtırın yalınkat ve pembe renkteki çiçekleri pek gösterişli değildir.Çiçeklerinden ziyade yapraklarının özel kokusuyla tanınmıştır.Garip şekilli,girintili çıkıntılı bu yapraklar cinsine göre gül,limon,nane ya da elma kokuludur.yaprakları hafifçe oğuşturduğunuzda o nefis aroması çevreye yayılır.Kurutulmuş halde pot pourri'lerde kullanılmaktadır.

Kışa gerçekten dayanıklı tek sardunya türü, anavatanı Türkiye olan (pelargonium endlicherianum) dur.

papatya hakkinda


Papatya, kırlarda yetişen bir çiçektir. Papatyanın üç cinsi vardır. Biçme, alman papatyası, kır papatyası olmak üzere papatyalar üçe ayrılır. Kır papatyası kırlarda yetişir kır papatyasının kafası küçük ve demet şeklindedir. Normal papatya dediğimizde aklımızla zaten kır papatyası gelir. Biçme papatyanın biraz büyüğüdür o da demet şeklindedir. Kafaları kır papatyasından biraz büyüktür. Alman papatyasının kafası kır papatyasından ve biçme dediğimiz çiçekten daha da büyüktür. Alman papatyasının diğer bir ismi ise gerbera dır. Papatyalar buket şeklinde daha da hoş dururlar. Papatyanın rengi beyaz, ortası ise sarıdır. Papatyalar kırlardan toplanıp demet şekline getirilip satılırlar. Bu üç çeşit papatyaların üçünü birbirine karıştırılıp ortaya güzel ve şık buket çıkarılır. Papatyalar vazoda çok hoş durur. Papatyalar müşteriler tarafından da sevilen bir çiçektir. Papatyalar sezonluk çiçeklerdir, papatyalar kokulu bir çiçektir papatyaları insanlar ellerine aldığı zaman seviyor sevmiyor diye tek tek kopartarak papatya falına bakarlar. Papatyalara tüm ülke halkları çok değer verirler papatyayı kırlardan toplarlar ve çoğu papatyalar güllerle karışım yapıldığında ortaya güzel bir buket şekli çıkar. Papatya ülkemizde de oldukça fazla yetişen çiçekler arasındadır. Margarit papatyası ise birebir kır papatyası ile aynıdır özel olarak kır papatyası tohumlarıyla seralarda yetiştirilir. Kır papatyalarının güzel kokusu vardır. Papatyanın anlamı ise uysal aşk anlamına gelir.

PAPATYA

PAPATYA

Papatya; Mayıs ve Ağustos ayları arasında çiçek açan, 20-50 cm boyunda, güzel kokulu bir yıllık otsu bitkidir.


Yol kenarı, boş alanlarda papatyalara oldukça çok rastlanır. Papatyaların yaprakları parçalı ve tüysüzdür. Çiçekler dalların ucunda küçük başcıklar (kapitulum) halinde bulunurlar.

Papatya başcıklarının orta kısmında bulunan çiçekler tüp şeklinde ve sarı renkli hermafrodittir. Kenarlarda ise 15-20 tane dil şeklinde, beyaz renkli dişi çiçekler bulunur.

ÇİÇEKLERİN ANLAMI !!!!!!!!!

AÇELYA : Nefse hakimiyet.
AÇELYA HİNT : "Gerçek şu ki, herşey bitti!"
ADAÇAYI Eşler arasında "Biz iyi bir aileyiz" mesajıdır.
AKASYA (PEMBE VEYA KIRMIZI): Güzellik, zerafet ve incelik; "Seni beğeniyorum."
AKASYA (BEYAZ): Dostluk; "Bizimki temiz bir sevgi, belki biraz arkadaşça..."
AKASYA (SARI): Platonik aşk, isimsiz aşık..
ANANAS: "Sen kusursuz birisin!"
ARDIÇ: "Seni koruyacağım!"
AYÇİÇEĞİ (ÇİÇEK OLARAK) "Sana tapıyorum!"
BADEM "Aşkımızın sürmesini ümit ediyorum."
BİBERİYE: Anma
ÇAN ÇİÇEĞİ: "Aşkımıza sadakatle bağlıyım!"
ÇİNGÜLÜ: "Zarif ve çok güzelsin!"
ÇUHA ÇİÇEĞİ: "Çok güzelsin."
DEFNE: Terfi eden kişilere gönderilir; "şan, ün, görkem" anlamı taşır.
EĞRELTİ OTU: Samimiyet.
ELMA: "İtiraf etmem gerekirse, seni görünce şeytana uyasım geliyor; ya senin?"
ERİK: "Sözüme sadık kalacağım."
FESLEĞEN: İyi dilekte bulunmak için.
FULYA: "Sevgilim, geri dön!"
GARDENYA: "Beni unutma; gerçek aşkımsın..."
GELİN EL ÇİÇEĞİ: "Mutlu olabiliriz."
GÜL: Sevgiyi ifade eder.
GÜL (PEMBE): "Arkadaşımsın."
GÜL (KIRMIZI): "Seni seviyorum; ihtirasla bağlıyım sana!"
GÜL (KIRMIZI & BEYAZ): Birliktelik isteği.
GÜL GONCASI (KIRMIZI): "Genç ve güzelsin."
HANIMELİ: "Sana olan bağlılığım sonsuza kadar sürecek."
HERCAİ MENEKŞE: "Beynimi işgal ediyorsun; ama ben bu durumdan şikayetçi değilim..."
IHLAMUR: Evli çiftler için "Seni seviyorum" anlamı taşır.
İSPANYOL YASEMİNİ: "Bence, sen çok seksi ve şehvetlisin!"
KAKTÜS İçtenlik; "Aşkımız için zorluklara katlanmalıyız!" KAMELYA "Kusursuz bir aşıksın!"
KARANFİL Kişinin kendine olan öz saygısını ve güzelliği ifade eder.
KARAÇALI "Dostluğumuz uzun ömürlü olsun!"
KARANFİL (KOYU KIRMIZI) "Kalbimi kırdın!"
KARANFİL (PEMBE) "Seni unutmayacağım..."
KARANFİL (KIRÇILLI) "Üzgünüm, ama bitmek zorunda..."
KARANFİL (SARI) "Beni hayal kırıklığına uğrattın!"
KREZENTEM (BEYAZ) "Bana gerçeği söyle!"
LALE Aşkı ifade eder.
LALE (KIRMIZI) "Aşkımı itiraf etmek istiyorum!"
LALE (ALACALI) "Gözlerin çok güzel."
LALE (SARI) Umutsuz aşkı ifade eder.
LEYLAK (MOR) "Sana ilk görüşte aşık oldum!"
LEYLAK (BEYAZ) "Hoş ve namuslu birisin."
MENEKŞE Alçakgönüllüğü ifade eder.
MENEKŞE (MAVİ) "Sana sadık kalacağım."
MENEKŞE (MOR) "Düşüncelerimi zaptettin!"
MELEKOTU "İlham kaynağımsın."
MERSİNAĞACI "Çok mutluyum, çünkü seni seviyorum!"
MİMOZA "Fazla alıngansın!"
NANE "Sana karşı içimde sıcak hisler besliyorum."
NERGİS "Saygılarımla..."
ORKİDE "Aşkım, sen çok güzelsin, sen çok özelsin!"
ÖKSEKOTU "Sorunların üstesinden geleceğim."
PAPATYA Temiz bir kalbin simgesi.
PAPATYA (BAHÇE) "Fikirlerini paylaşıyorum."
PELESENK Sabırsızlık; "Aşkım, daha fazla bekletme!"
PETUNYA "Umudunu yitirme!"
PORTAKAL Karşılıklı aşk; "Ben de seni seviyorum."
REZENE Övgüye değer.
SARDUNYA "İçin rahat olsun, her zaman yanındayım!"
SARMAŞIK "Aşkıma sadığım!"
SEDİR YAPRAĞI "Senin için yaşıyorum."
SÜSEN ÇİÇEĞİ "Sana bir haberim var!"
SÜSEN ÇİÇEĞİ (SARI) İhtiraslı bir aşk.
YASEMİN "Güzel ve çekicisin."
YENİBAHAR "Acını paylaşıyorum."
ZAMBAK (SARI) "Seni neşeli ve nazik (çekici) buluyorum!"

TOHUMLARIN DİZAYNI

TOHUMLARIN KUSURSUZ DİZAYNI

Gerek rüzgarlarla, gerekse diğer taşıyıcılarla çiçeklerin dişi organlarına ulaşan erkek polenler için artık yolculuklarının sonu gelmiştir. Tohumun oluşturulması için her şey hazırdır. Eşeyli üreme olarak adlandırdığımız üreme biçiminin gerçekleşmesi için en önemli aşama tohumun oluşmasıdır. Söz konusu oluşumu, en başından çiçeğin genel yapısından başlayarak incelemekte fayda vardır.

Çiçeklerin tam ortasında, meyve yapraklarından (karpellerden) oluşmuş tek ya da birkaç tane dişi organ bulunur. Her dişi organın en üst bölümünde bir tepecik, bunun altında tepeciği taşıyan bir boyuncuk ve en dipte de tohum taslaklarını barındıran şişkince bir yumurtalık vardır.

Erkek organlardan gelen çiçek tozları, yüzeyi yapışkan bir sıvıyla kaplı olan tepeciğe konarlar, sonra boyuncuk kanalıyla dipteki yumurtalığa ulaşırlar. Bu yapışkan sıvının çok önemli bir görevi vardır: Çiçek tozları boyuncuğun altındaki yumurtalığa ulaşamadıkça buradaki tohum taslaklarını dölleyemezler, bu sıvı ise çiçek tozlarının boş yere harcanmasını önler ve birleşmeyi sağlar. Tohum taslağı, ancak bu dişi ve erkek üreme hücreleri birleştiğinde tohuma dönüşür.

Çiçek tozları, tepeciğin üstüne konduktan sonra büyümeye başlar ve her çiçek tozu taneciği yani her erkek üreme hücresi, kök kadar ince bir borucuk geliştirerek, dişi organın boyuncuğundan yumurtalığa doğru uzatır. Bu borucuklardan her birinin içinde iki tane çekirdek vardır. Borucuk uzayarak yumurtalığa ulaştığında kopar ve içindeki hücre çekirdekleri serbest kalır. Böylece çekirdeklerden biri yumurtalıktaki yumurta hücresiyle birleşir. Bu oluşum ileride tohumu meydana getirecektir. Diğer çekirdek de aynı tohum taslağındaki başka bir hücreyle birleşerek tohumun çimlenmesi için gerekli besin deposunu oluşturur. İşte bu olaya döllenme denir.

Döllenmeden sonra dayanıklı bir tabaka yumurtayı sarar ve embriyo bir tür dinlenme evresine girer, çevresinde depolanan besin maddeleriyle tohumu oluşturur.


Meyvelerin içerdikleri vitamin, protein ve karbonhidrat gibi besin maddeleri hem tohumu besler ve korur, hem de diğer canlılar için en önemli besin kaynaklarındandır. Aynı kuru topraktan çıkan, aynı su ile sulanan meyveler ve sebzeler inanılmaz bir çeşitliliğe sahiptirler. Ayrıca görünümleri, tatları ve kokuları ile de birer yaratılış harikasıdırlar.

Erkek ve dişi eşey hücrelerinin birleşmesiyle oluşan her tohumda, bir bitki embriyosu ve bir de besin deposu vardır. Bu, tohumun gelişimi için çok önemli bir detaydır çünkü toprak altında bulunduğu ilk zamanlarda, tohumun kökleri ve besin üretebilecek yaprakları yoktur ve bu süre zarfında büyüyebilmek için bir besin kaynağına ihtiyacı olacaktır.25

Bu tohumları çevreleyen embriyo ve besin deposu gerçekte bizim meyve olarak adlandırdığımız besinlerdir. Bu yapılar, tohumu beslemek amaçlı olduğu için besin değeri yüksek olan proteinleri ve karbonhidratları içerirler. Bu haliyle hem insanlar, hem de diğer canlılar için vazgeçilmez bir besin kaynağı oluştururlar. Her meyve içerdiği tohumu en iyi şekilde koruyup besleyecek niteliklere sahiptir. Etli kısmı, su miktarı, dış zarının yapısı tohumu en etkili koruyacak şekildedir.

Burada önemli bir detay daha vardır: Her bitki yalnız kendi türünden bir bitkiyi dölleyebilir. Eğer bir bitkinin çiçek tozları başka türden bir bitkinin tepeciğine konarsa, bitki bunu anlar ve yumurtalığa ulaşmak üzere bir borucuk uzatmaz; sonuçta döllenme olmadığından tohum gelişmez.26

Mesela buğdayın çiçek tozları bir elma ağacının çiçeklerine taşınırsa ağaç elma vermez. Bu noktada biraz durup düşünmek, olayın olağanüstülüğünü kavramamız açısından faydalı olacaktır. Bir bitkinin çiçeği kendi türündeki bir bitkinin çiçeğinden gelen poleni tanımaktadır. Şayet kendi türünden ise döllenmeyi başlatacak işlemleri yapar. Eğer gelen polen kendi türünden bir bitkiye ait değilse, bitki döllenmeyi başlatmaz. Peki belirli kriterlere göre kendi türüne ait poleni ayırt eden "çiçek tepeciği" bu teşhisi yapmayı nasıl öğrenmiştir? Yabancı polenlere karşı mekanizmayı kilitlemesi gerektiğini nereden bilmektedir? Hiç kuşkusuz bitkinin her ayrıntısına hakim olan akıl, çiçeğindeki bu mekanizmayı da en güzel biçimde düzenlemiş ve nesillerin devamını garanti altına almıştır.

Tohum embriyosunun ne gibi bir ortamda gelişeceği, gelişme evrelerinde nelere ihtiyacının olacağı, topraktan çıktığı zaman nelerle karşılaşacağı ve nasıl bir korunmaya gereksinim duyacağı gibi, ihtiyacı olacak her detay önceden düşünülmüş ve tohum bu ihtiyaçlara göre düzenlenmiştir. Tohumların koruyucu dış katmanları (tohum kılıfları) genellikle çok serttir. Bu yapı, tohumu karşılaşacağı dış etkenlere karşı korur ve bulunulan ortama göre değişiklikler gösterir. Örneğin bazı tohumların gelişiminin son aşamasında dış yüzeylerinde dayanıklı mumlu bir yapı birikir, bu sayede su ve gaz tesirine karşı dirençli olurlar.

Bitkilerin yaşamındaki kusursuz yapılar sadece bu kadarla sınırlı değildir. Tohum kılıfları da bitkinin türüne göre değişik malzemelerle kaplanabilir; mesela fasulye tanesinde olduğu gibi ince bir zarla ya da kiraz çekirdeğinde olduğu gibi odunsu ve sert bir kabukla örtülü olabilir. Suya dayanıklı olması gereken tohumların kabukları diğerlerine göre daha sert ve kalındır. Ayrıca her türe göre tohumlara çok farklı şekiller ve farklı büyüklükler verilmiştir. Uzun süre çimlenmeden dayanması gerekenlerin (örneğin hindistan cevizi tohumları) içindeki besin miktarı ile suyla karşılaştıktan kısa bir süre sonra filizlenmeye başlayanların (kavun, karpuz vs.) besin miktarı farklıdır.

Görüldüğü gibi tohumların bozulmadan kalmaları ve kolay üremeleri için çok ayrıntılı sistemler vardır. Bitkilerin üremeleri için gereken, özel olarak düzenlenmiş bu sistemlerin her kademesinde görülen akıl, bu sistemlerin üstün güç sahibi olan Allah tarafından yaratılmış olduğunun çok açık bir delilidir.

SIRA DAĞITIMDA: TOHUMLARIN DAĞITILMASI

Bitkilerin tohumlarını dağıtırken kullandıkları, her biri son derece etkili olan yöntemler, her bitkinin sahip olduğu tohum yapısına göre değişir. Örneğin çok hafif bir meltemle uçacak kadar küçük ve hafif olan tohumlar, rüzgar tarafından sallandıklarında hemen dökülürler ve zahmetsiz bir şekilde döllenirler. Bazı bitkilerin üremek için sadece tohumlarını toprağa düşürmeleri yeterlidir. Bazı bitkilerse doğal mancınık yöntemiyle , yani fırlatarak tohumlarını dağıtırlar. Bu fırlatma, tohum kabı içinde büyüme sırasında oluşan gerilimin bir şekilde boşalmasıyla sağlanır. Bazı bitkilerdeki tohum kabukları, güneşte kuruduktan sonra çatlayarak açılır, bazılarındaysa rüzgar ya da hayvan çarpması gibi dış etkenlerle açılıp, dağılırlar.

TOHUMLARINI PATLATARAK DAĞITAN BİTKİLER

AKDENİZ SALATALIĞI

Bitkilerin üremesinde son derece büyük bir önemi olan dağıtım işleminde kullanılan mekanizmalar incelendiğinde, çok hassas dengeler üzerine kurulu oldukları görülür. Örneğin Akdeniz salatalığı gibi bazı bitkiler, tohumlarının yayılması için kendi güçlerini kullanırlar. Akdeniz salatalıkları olgunlaşmaya başladıkça içleri yapışkan bir sıvıyla dolmaya başlar. Bir müddet sonra bu sıvıdan kaynaklanan basınç öylesine artar ki, buna salatalığın sapı dayanamaz ve basınç nedeniyle daldan koparak yere düşer. Bitki bu sırada havaya fırlatılan roketin arkasında bıraktığı ize benzer bir şekilde içindeki sıvıyı da fışkırtır. Sıvıyla birlikte salatalığın tohumları da toprağa dağılmış olur.27

Buradaki mekanizma çok hassastır; meyveye sıvının dolması salatalığın tam olgunlaşmaya başladığı dönemde, patlama da olgunlaşmanın bittiği dönemde olur. Bu sistem daha önce çalışmaya başlasa tohumlar olmadan patlayan salatalık hiçbir işe yaramayacaktır. Bu durum da bu bitki türünün sonu olacaktır. Fakat bitkide, yaratılmış mükemmel zamanlama sayesinde söz konusu tehlike oluşmaz. Her birinin en başından itibaren aynı anda var olması gereken bu mekanizmaların yüzlerce, binlerce hatta milyonlarca yıl süren bir değişimin sonucunda evrimleşerek geliştiğini iddia etmek akıl, mantık ve bilime dayanan bir iddia değildir. Salatalık da, içindeki sıvı da, tohumlar da, tohumların olgunlaşması da her şey aynı anda ortaya çıkmalıdır. Bugüne kadar hiçbir problem olmadan işleyen böyle bir sistemin varlığı onun ilk olarak da tüm parçalarıyla birlikte, eksiksiz ve kusursuz bir biçimde ortaya çıktığını, yani bitkiyi Yaratıcımız olan Allah'ın yarattığını gösterir.


Dördüncü resimde kavak ağacının keselerinden fırlayan tohumlar görülmektedir. Diğer resimlerdeki bitkilerin ise meyveleri olgunlaştığında açılarak patlar ve bu sayede ipeğimsi tüyleri olan tohumları açığa çıkar. İpeğimsi bu tüyler tohumların havada kolay hareket etmeleri için özel olarak yaratılmışlardır.

ÇALI BİTKİSİ VE HURA AĞACI

Çalı bitkisinin üremesi ise yine kendi kendine açılma yöntemiyle ama Akdeniz salatalığının tam tersi bir şekilde gerçekleşir. Çalıdaki tohumların patlaması, içindeki herhangi bir sıvının yardımıyla değil, bitkide meydana gelen buharlaşma sayesinde oluşur. Çalının üzerindeki tanelerin güneşe bakan yüzü, sıcaklık arttıkça gölgede kalan yüzünden daha hızlı bir şekilde kurumaya başlar. Tane, üzerinde iki taraf arasında yaşanan basınç sonunda ortadan ikiye ayrılır böylece içerdeki küçük siyah tohumlar dört bir yana dağılır. 28

Tohumunu patlatarak yayan bitkilerin en başarılılarından birisi de Brezilya'ya özgü bir bitki olan Hura adındaki ağaçtır. Ağaç kuruyup tohumlarını yayma vakti geldiğinde, tohumlarını yaklaşık olarak 12 m uzaklığa kadar fırlatabilir. Bu mesafe bir ağaç için oldukça büyük bir uzaklıktır.

HELİKOPTER TOHUMLAR

Avrupa akçaağaçları ve çınarlarının tohumları çok dikkat çekici bir yapıya sahiplerdir. Bu tohumların tek bir taraftan çıkan birer kanatları vardır. Tohum ağırlığı ile, kanadın uzunluğu o kadar mükemmel biraraya getirilmiştir ki bu tohumlar kendi etraflarında dönerek hareket edebilirler. Akçaağaçlar yaşadıkları bölgeye seyrek olarak dağıldıkları için, döllenme işlemlerinde en büyük yardımcıları rüzgarlardır. Ufak bir rüzgar esintisinde dahi kendi etrafında dönen helikopter tohumlar uzun mesafeleri aşabilirler.29

Güney Amerikada yetişen Bertholletia ağaçlarının kapsül içindeki tohumları, orman zeminine düştükten sonra bir süre bulundukları yerde kalırlar. Bunun sebebi hayvanların ilgisini çekecek özelliklerinin olmamasıdır. Örneğin bu tohumların kokuları yoktur, dış görünüş olarak da dikkat çekici değildirler, ayrıca kırılmaları da çok zordur. Bu ağacın üreyebilmesi için de bir şekilde tohum olarak oluşturduğu kapsüllerin içindeki fındıkların çıkarılıp toprağın altına gömülmeleri gereklidir.

Ama bütün bu olumsuz özellikler Bertholletia için hiç sorun teşkil etmez. Çünkü kendisiyle aynı ortamda yaşayan ve bu olumsuzlukları aşacak özelliklere sahip olan bir canlı vardır.

Güney Amerika'da yaşayan bir tür kemirici hayvan olan Agouti bu kalın, kokusuz kabuğun altında kendisi için bir yiyecek olduğunu bilmektedir. Agoutilerin dişleri kesici ve sivridir. Özel diş yapıları sayesinde sert kapsülü kolayca kırarlar. Tek bir kapsül içinde yaklaşık 20 civarında fındık bulunur. Bu da Agoutilerin bir seferde yiyeceğinden çok fazladır. Agouti, çenesine aldığı fındıkları taşır ve onları açtığı küçük deliklere yerleştirdikten sonra üstünü örter. Agoutiler bu işlemi daha sonra fındıkları yemek için yapmış olmalarına rağmen Allah gömdükleri fındıkların çoğunu onlara buldurmaz. Bu da Bertholletia ağacının işine yarar. Bu sayede ağacın filizlerinden pek çoğu toprağa filizlenmek üzere gömülmüş olur.30 Görüldüğü gibi Agouti'nin beslenme şekli ile Bertholletia ağaçlarının üreme şekli, birbirlerine son derece uyumludur. Bu uyum tabii ki tesadüfen ortaya çıkmış bir uyum değildir. Bu canlılar birbirlerini tesadüfen de keşfetmemişlerdir. Bu canlılar yaratılmışlardır. Doğada sayısız örnekleri olan bu uyum hiç kuşkusuz ki çok üstün bir aklın ürünüdür. Sonsuz akıl sahibi olan Allah, her iki canlıyı tüm bu özellikleriyle birlikte ve birbirine uyumlu olarak yaratmaktadır.

HER TÜRLÜ KOŞULA DAYANIKLI TOHUMLAR

Canlılardaki üreme hücreleri genelde kendi doğal ortamlarından ayrıldıktan kısa bir süre sonra ölürler. Bitkilerdeyse böyle bir şey söz konusu değildir. Bitkilerin gerek polenleri gerekse tohumları kendi ana gövdelerinden kilometrelerce uzakta dahi canlılıklarını sürdürebilirler. Ayrıca ana gövdeden ayrılmalarından itibaren geçen sürenin de bir önemi yoktur. Aradan yıllar hatta yüzyıllar geçse de bozulmadan kalabilen tohumlar vardır.


Lupin bitkisinin tohumları sıcaklığın yeterli olmadığını gördüklerinde, çatlamadan toprağın altında yıllarca bekleyebilirler.

Arktik tundralardaki "Lupin Bitkisi" bu beklemeye çok güzel bir örnektir. Bitkinin tohumları, büyümek için yılın belli zamanlarında sıcak havaya ihtiyaç duyarlar. Bu sıcaklığın yeterli olmadığını gördüklerinde bir mucize gerçekleşir, ortam diğer şartlar açısından uygun da olsa tohumlar çatlamaz ve donmuş topraklarda sıcaklığın artmasını beklerler. Uygun ortam tam olarak sağlandığında da aradan geçen zamanın uzunluğuna bakmaksızın kaldıkları yerden gelişmeye devam ederler. Öyle ki kaya yarıkları arasında yüzlerce yıl bozulmadan, çimlenmeden kalan bitki tohumları bulunmuştur. 31

Bu son derece ilginç bir durumdur. Bir bitkinin dış ortamdan haberdar olması ne demektir? Bitki bunu kendisi başaramayacağına göre, ne gibi ihtimaller olabilir düşünelim. Bitkinin içinde bulunan bir mekanizma ona durumu haber veriyor olabilir. Bitki de bu haber üzerine bir yerden emir gelmiş gibi gelişimini aniden durdurur. Peki öyleyse bitkideki bu sistem nasıl ortaya çıkmıştır? Bitki bu sistemi kendisi mi düşünerek bulmuştur? Bu sistemle ilgili gereken teknik donanımı kendisinde nasıl oluşturmuştur?

Bu sistemi tabii ki bitkinin kendisi bulmamıştır. Bitkinin tohumunda saklı duran genetik bilgisinde, bitki ilk ortaya çıktığı andan itibaren zaten bu bilgilerin hepsi vardır. Lupin bitkisi, soğuk hava ile karşılaştığında gelişmesini dondurabileceği bir sisteme zaten sahiptir. Böyle bir yapının kendi kendine oluşması imkansızdır. Evrimcilerin "evrim süreci" adı altında uydurdukları hayali oluşum süreci ne kadar uzun olursa olsun, bu sırada ne tür tesadüfler gerçekleşirse gerçekleşsin, bitkileri hava durumundan haberdar eden böyle bir sistemin oluşması ihtimal dışıdır.

Yine aynı şekilde mimosa glomeratanın tohumları, kurutulmuş bitki koleksiyonlarının saklandığı bir kapta 220 yıl saklanmış ve bu tohum suyla ıslatılır ıslatılmaz filizlenmiştir. Dayanıklı tohumlara başka bir örnek olarak da, 1942 yılında, 2. Dünya Savaşı sırasında 147 yıllık albizia julibrissin adlı bitkiyi verebiliriz. Londra'daki British Museum'da saklanan bu tohum yangın söndürme çalışmaları sırasında ıslanınca bu kadar yıldan sonra filizlenmiştir.32

Tundra bölgelerinde hava sıcaklıkları düşük olduğu için bozulma daha yavaş olur. Öyle ki bazı tohumlar, 10.000 yaşındaki buzul tabakalarından çıkarılıp, laboratuvara alındığında gerekli miktardaki ısı ve nemin sağlanmasıyla birlikte tekrar hayata dönebilmektedirler.33

Tohum hepimizin bildiği gibi içinde belli miktarda besin bulunan ve dış kabuğu tahtayı andıran bir cisimdir. İçine sıcaklığı ölçen bir aleti koyması, dış dünyadan bilgi alış-verişi yapmasını sağlayacak herhangi bir yöntem bulması ve sonucunda elde ettiği verileri değerlendirmeye alarak, bu bilgiler doğrultusunda hareket edecek muhakeme yeteneğine sahip olması gibi bir düşünce, son derece mantıksız hatta "akıl dışı" olarak nitelendirilebilir. Dış görünüşüne bakıldığında küçük bir tahta parçasına benzeyen, bulunduğu kapalı yerden, dışarısıyla hiçbir bağlantısı olmadan hava sıcaklığını ölçüp, daha sonraki safhalardaki gelişimi için sıcaklığın yeterli olup olmadığına karar verebilen olağanüstü bir cisimle karşı karşıyayız... Olumsuz koşulların çimlendikten sonra büyümesine engel olacağının farkında olan, bu şartları gördüğü anda gelişimini durdurmak için neler yapması gerektiğini bilen, sıcaklık yeterli hale geldiğinde kaldığı yerden gelişmesine devam edebilecek kadar mükemmel sistemlere sahip olan bir tahta parçası�

Dayanıklı bir yapıya sahip olan tohumlardaki bu olağanüstü mekanizmanın, evrim teorisinin iddia ettiği gibi rastlantılarla açıklanması imkansızdır. Gerçekte tohumlar, zorlu koşullara dayanıklı olacak şekilde özel olarak yaratılmışlardır. Allah üstün güç sahibi bir Yaratıcı'dır.

Diğer yandan tohum fosillerine baktığımızda da yine çok açık yaratılış delilleri ile karşılaşırız. Günümüzden yaklaşık 350 milyon yıl önce (Devonian Dönemi olarak adlandırılan dönemde) bulunmuş tohum fosillerinde de bugünkü tohumlar ile aynı yapılara sahiptir.34 Bu da tohumların özel yapılarının şimdiki aynı özellikleriyle milyonlarca yıl önce de var olduklarının ve bugüne kadar hiç değişime uğramadıklarının, diğer bir ifadeyle "evrim" gibi bir hayali süreç geçirmediklerinin çok açık bir göstergesidir.

Hiç kuşkusuz ki alemlerin Rabbi olan Allah küçücük tohumlarda bile bize Kendi üstün varlığının ve benzersiz yaratmasının delillerini sergilemektedir. Allah bir ayetinde bu delillerden şöyle bahseder:

O, gökten su indirendir. Bununla her şeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen- üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler (deliller) vardır. (Enam Suresi, 99)

SUDA 80 GÜN KALABİLEN TOHUMLAR

Soğuk hava şartlarına dayanıklı olan tohumların yanı sıra bazı tohumlar da oldukça uzun süre suyun içinde kalmaya dayanıklı bir yapıya sahiptirler. Öyle ki 80 gün süreyle suda kalabilen ve bu süre içinde hiç bozulmayan, çimlenmeyen tohumlar bile vardır. Bunlardan en meşhuru hindistan cevizi palmiyesidir. Palmiyenin tohumu taşımanın güvenli olması için sert bir kabuğun içine yerleştirilmiştir. Bu sert kabuğun içinde uzun bir yolculuk için su da dahil olmak üzere ihtiyaç duyulan her şey hazırdır. Dış tarafı ise tohumun batmadan su yüzeyinde kalmasını sağlayacak lifli bir yapıdadır.


Hindistan cevizi palmiyesinin tohumları suda yaptıkları uzun yolculuktan sonra karaya ulaştıklarını anladıkları anda çimlenmeye başlarlar. Bu tohumlar suya karşı çok dayanıklı olacak şekilde yaratılmışlardır.

Deniz fasulyesi de tohumlarını su aracılığıyla yayan bitkilerdendir. Tohumları hindistan cevizi kadar büyük değildir ve suda geçirdiği bir yıldan sonra bile hala yenebilir durumunu mufaza eder.35

Bu iki örnekte de görüldüğü gibi, su yoluyla üreyen bitkilerdeki en önemli özellik, tohumların tam karaya ulaştıkları zaman açılmalarıdır. Aslında bu son derece ilginç ve istisnai bir durumdur, çünkü bilindiği gibi bitki tohumları genellikle suya değdikleri anda çimlenmeye başlarlar. Ama bu durum söz konusu bitkiler için geçerli değildir. Tohumlarını suyla taşıyan bitkiler özel tohum yapıları sebebiyle bu konuda ayrıcalıklıdırlar. Eğer bu bitkiler de diğerleri gibi suyu görür görmez hemen çimlenmeye başlasalardı, soyları çoktan tükenmiş olurdu. Oysa yaşadıkları şartlara uygun genel mekanizmaları nedeniyle bu bitkiler varlıklarını sürdürebilmektedirler.

Yeryüzündeki tüm bitkiler kendileri için en uygun yapılara sahiptirler. Bu istisnai özellikler akla, "nasıl olup da tam gereken türdeki bitkilerde bu dayanıklılık ortaya çıkmıştır?" sorusunu getirecektir. Bu sorunun cevabını bir örnek üzerinde verelim ve palmiye tohumlarını ele alalım:

1. Palmiye tohumlarının suda uzun süre kalabilmek için dayanıklı bir yapıya ihtiyaçları olacaktır, bu yüzden kabukları oldukça kalındır. Kabukların sudan koruyucu özel bir yapısı vardır.

Bu bir tesadüf değildir!

2. Uzun yolculukları sırasında normalden daha fazla besine ihtiyaçları olacaktır ve tam gerektiği kadar besin, palmiye tohumunun içine yerleştirilmiştir.

Bu da bir tesadüf eseri değildir!

3. Karaya geldiklerini anlayıp tam o anda açılırlar.


Deniz fasulyeleri de, palmiyeler gibi tohumlarını suyla taşıtan bitkilerdendir.

Bu hiçbir şekilde tesadüf değildir!

Görüldüğü gibi bu tohumlar sert kabuklarıyla, besin depolarıyla, büyüklükleriyle, kısacası tüm özellikleriyle gerekli durumlarda uzun süre dayanıklı olacak şekilde yaratılmışlardır. Kabuğun sertlik miktarının ölçüldüğü, gerekli besin miktarının tespit edildiği bu ince ayarlı yapının tesadüfler sonucunda oluşmasını beklemek, tohumun daha karaya ulaşmadan su içinde çimlenmesi, yani ölmesi demek olacaktır.

Oysa bu tohumların çimlenmesindeki hassas ölçüler sebebiyle böyle bir şey söz konusu bile olmaz. Tohumların yedek besinlerinin ve sularının miktarı, karaya ulaşma vakitleri kısacası tüm bu özelliklerindeki hesaplamalar hiç kuşkusuz ki tohumların kendi zeka ve kabiliyetleri ile olmamıştır.

Tüm bu hassas hesap ve ölçüler, tohumları yaratan, onların her türlü ihtiyaçlarını ve özelliklerini bilen, sonsuz akıl ve bilgi sahibi olan Allah tarafından kusursuzca ayarlanmıştır. .

... O'nun Katında herşey bir ölçü iledir. (Ra'd Suresi, 8)

Yere (gelince,) onu döşeyip-yaydık, onda sarsılmaz-dağlar bıraktık ve onda her şeyden ölçüsü belirlenmiş ürünler bitirdik. (Hicr Suresi, 19)

ÜCRETLİ BİR TAŞIYICI - KARINCA

Bazı tohumların yapısı genelde bilinenden farklı özelliklere sahiptir. Bu özellikler incelendiğinde çok ilginç sonuçlarla karşılaşılabilir. Örnek olarak çevresi yağlı, yenilebilir bir dokuyla kaplı olan bir tohumu ele alalım. İlk bakışta alelade gelebilecek bu yağlı doku, gerçekte bitkinin neslinin devamlılığı açısından çok önemli bir detaydır. Çünkü bu özellik karıncaların söz konusu bitkiye ilgi duymasına sebep olmaktadır. Bu bitkilerin üremesi pek çok bitkiden farklı olarak karıncalar vasıtasıyla gerçekleşir. Tohumunu toprağın altına kendisi koyamayan bitki, bunu karıncalara taşıtma yöntemini seçmiştir. Bu bitkilerin tohumlarındaki yağlı doku, taşıyıcı karıncalar için çok cazip bir yiyecektir. Karıncalar bunları büyük bir istekle toplayıp yuvalarına taşırlar. Böylece daha ilk aşamada hiç bilmeden tohumu toprağın altına gömmüş olurlar.

Resimde görülen tohumun üremesi için bu karıncalara ihtiyaç vardır. Karıncaların görevi önce tohumu toprağın altına taşımak, sonra da üremeyi gerçekleştirecek olan bölümün açığa çıkmasını sağlamaktır. Görüldüğü gibi Allah karıncaların beslenme şekli ile tohumun üreme şeklini birbirine uyumlu yaratmıştır.

Karıncaların bu kadar çabalamalarının nedeni tohumu yiyecek olmaları diye düşünülebilir, ama bu yanlış bir çıkarım olacaktır. Karıncalar binbir zahmetle tohumları yuvalarına taşımalarına rağmen sadece kabuğunu yer, etli iç kısmını bırakırlar. Bu sayede hem karınca besin elde etmiş, hem de bitkinin üremesini sağlayacak bölüm toprak altına inmiş olur.36 Karıncanın bunu bilinçli yaptığı ya da bitkinin, tohumuna özellikle bu karınca türünün hoşuna gidecek özellikleri kazandırdığı, karıncayla aynı ortamda bulunmayı ayarladığı gibi bir iddia da bilimsel açıdan hiçbir geçerliği olmayan bir iddia olmaktan öteye gidemeyecektir.

Hiç kuşkusuz ki bu kusursuz uyumu sağlayan şuur ne karıncaya ne de bitkiye aittir. Her iki canlının sahip oldukları tüm özelliklerden haberdar olan, birbirlerine uyumlu yaratan bir Yaratıcı'ya aittir. Yani bu şuuru onlara veren Yüce Rabbimiz Allah'tır:

Göklerde ve yerde bulunanlar O'nundur; hepsi O'na 'gönülden boyun eğmiş' bulunuyorlar. (Rum Suresi, 26)

TOHUMUN BİTKİYE DÖNÜŞMESİ

İLK AŞAMA: FİLİZLENME

Tohumu hiç görmemiş olsaydık ve ne işe yaradığını da bilmeseydik içinden birbirine hiç benzemeyen sayısız bitkinin çıkabileceğini, bu bitkilerin de metrelerce yüksekliğe ulaşacaklarını tahmin edebilir miydik? Tabi ki tahmin edemezdik.

Pek çoğu küçük kuru tahta parçalarına benzeyen tohumlar, aslında içlerinde bitkilere ait binlerce bilgiyi barındıran genetik şifre taşıyıcılarıdır. İleride oluşturacakları bitkiler ile ilgili tüm bilgiler tohumların içinde saklıdır. Bitkinin kökünün ucundaki tüycükten, gövdesinin içindeki borucuklara, çiçeklerinden, vereceği meyveye kadar tüm bilgiler en küçük detaylarına kadar eksiksiz olarak tohumun içinde mevcuttur.

Kuşlar da tohumların etli kısımlarını yiyerek bitkinin üremesini sağlayacak olan bölümlerin toprağa ulaşmasına yardımcı olurlar.

Döllenmenin ardından oluşan tohumun bir bitkiye dönüşmesindeki ilk aşama filizlenmedir. Toprağın altında beklemekte olan tohum ancak ısı, nem ve ışık gibi faktörlerin bir araya gelmesiyle hareketlenip canlanır. Bundan önce ise adeta bir uyku halindedir. Zamanı geldiğinde uykusundan uyanır ve büyümeye başlar.

Filizlenme işleminin birkaç aşaması vardır. İlk önce, tohum ıslanmalıdır ki, içinde bulunan hücreler nemlensin ve metabolizma faaliyetleri başlayabilsin. Bu faaliyetler bir kez başladıktan sonra kök ve filiz de büyür ve bu aşamada hücre bölünmesi başlar. Bir yandan da belli fonksiyonların özel dokular tarafından gerçekleştirilebilmesi için hücre farklılaşması olur. Bütün bu aşamalar çok fazla enerji gerektirir.

Tohumun büyümek için besine ihtiyacı vardır. Fakat tohumun, buradaki mineralleri kökleriyle alacak hale gelene kadar beslenebileceği bir kaynağı yoktur. Öyleyse tohum, büyümesi için gerekli olan besini nasıl bulmaktadır?

Bu sorunun cevabı tohumun yapısında gizlidir. Döllenme sırasında tohumla birlikte oluşan besin deposu, filiz verip toprak dışına çıkana kadar tohumlar tarafından kullanılacaktır. Tohumlar kendi besinlerini üretir hale gelinceye kadar, bünyelerindeki yedek besinlere ihtiyaç duyarlar.

Tohumlar zamanı geldiğinde uykularından uyanırlar ve hiçbir engel tanımadan
toprağın üstüne çıkarlar.

Gereken koşullar sağlanıp da çimlenme başladığında tohum topraktan suyu çeker ve embriyo hücreleri bölünmeye başlar, daha sonra tohum kabuğu açılır. Önce kök sisteminin başlangıcı olan kökçükler sürgün verirler ve toprakta aşağı doğru büyürler. Kökçüklerin gelişmesini, sap ve yaprakları üretecek olan tomurcukların gelişimi izler.

Tohum toprak üstüne ışığa doğru yönelir ve sürekli güçlenir. Çimlenme toprak altında başlamıştır. İlk gerçek yapraklar açıldığındaysa bitki, fotosentez yoluyla kendi besinini üretmeye başlar.

1- Asıl kök
2- İkincil kök
3- Gövde
4- Çenek
5- Tohum zarı
6- İlk iki yaprak
7- Son tomurcuk dalın uzamasını sağlar.
Tohumlar filizlenmeye başladıklarında üzerlerindeki toprağın ağırlığı ya da önlerine çıkan başka bir engel onları toprağın üstüne, güneş ışığına ulaşmaktan alıkoyamaz. Filizlenmeye başlayan tohum, bir süre sonra fotosentez yaparak kendi besinini üretmeye başlar. Tohumun büyüme süreci içinde yavaş yavaş ana bitkinin küçük bir kopyası ortaya çıkar. Filizler toprağın üstüne doğru büyürken, kökler de fotosentez işlemi için hammadde toplamak üzere toprağın
derinliklerine yayılırlar.

Buraya kadar anlatılanlar, aslında herkesin çok iyi bildiği, hatta sık sık gözlemlediği konulardır. Tohumların toprağı yararak içinden çıkmaları herkes için çok alışılmış bir olaydır. Ama tohumun büyümesi sırasında gerçekte bir mucize gerçekleşmektedir. Ağırlığı ancak "gram"larla ifade edilebilecek olan tohum, üzerindeki kilolarca ağırlıktaki toprağı delerek yukarı çıkarken hiç zorlanmaz. Tohumun tek amacı toprağın üstüne çıkıp ışığa ulaşmaktır. Çimlenmeye başlayan bitkiler incecik gövdeleriyle sanki boş bir alanda hareket ediyormuş ve üzerlerinde onca ağırlık yokmuşçasına, oldukça rahat bir şekilde, yavaş yavaş gün ışığına doğru yol alırlar. Yer çekimine karşı koyarak, yani kendileriyle ilgili olan tüm fizik kurallarını da hiçe sayarak topraktan çıkarlar.

Toprağın normalde çürütücü, parçalayıcı özelliği olmasına rağmen, küçücük tohum ve milimetrenin yarısı inceliğindeki kökler hiçbir zarar görmezler. Aksine sürekli gelişerek büyürler.

Toprağın altındaki tohumun yüzeye çıkış yolu çeşitli yöntemlerle kapatılarak, gün ışığına ulaşmasını engellemek için deneyler yapılmıştır. Deneyler sonucunda ortaya çıkan sonuçlar çok şaşırtıcı olmuştur. Tohum, önüne çıkan her engelin etrafından dolaşacak kadar uzun filizler çıkartarak ya da büyüdükleri yerde baskı yaratarak sonuçta yine gün ışığına ulaşmayı başarmıştır. Bitkiler büyüme süreçlerinde, büyüdükleri yerde büyük bir baskı yaratabilirler. Mesela yeni yapılmış bir yolda yarıkların içinde yetişen bazı fideler yarıkların daha da genişlemesine yol açabilirler. Kısacası tohumlar gün ışığına çıkarken engel tanımazlar.37

Tohum filizlenip topraktan çıkarken her zaman dik olarak çıkar. Bunu yaparken tohum yer çekimine aykırı hareket etmektedir. Kökler ise yer çekimine uygun hareket ederek toprağın içlerine doğru ilerlerler. Bu durum akla şu soruyu getirir:

"Aynı bitkinin iki ayrı organı nasıl olup da bu şekilde zıt yönlere doğru bir büyümeyi başarırlar?" Bu sorunun cevabını verebilmek için bitkilerdeki bazı mekanizmaları inceleyelim.

Bitkilerde büyümeyi yönlendiren uyarılar iki türlüdür; ışık ve yer çekimi. Tohumdan çıkan ilk kök ve filiz bu iki çeşit uyarıya karşı oldukça duyarlı sistemlerle donatılmışlardır.

Filizlenen bitkinin köklerinde yer çekimi sinyallerini algılayan hücreler bulunur. Yukarıya doğru yükselen gövde kısmında ise ışığa duyarlı olan hücreler bulunur. İşte bu hücrelerin ışığa ve yer çekimine duyarlı olması da bitkinin parçalarını gereken yerlere doğru yönlendirir. Bu iki uyarı türü, köklerin ve filizin büyüme yönü eğer dikey değil de farklı bir yöne doğru ilerliyorlarsa, yönlerini düzeltmelerini de sağlar.38

Buraya kadar verilmiş olan bilgiler tekrar gözden geçirildiğinde çok olağanüstü bir durumla karşı karşıya olunduğu hemen görülecektir. Bitkiyi oluşturan hücreler birdenbire başkalaşmaya başlamakta ve değişik şekiller alarak bitkinin bölümlerini oluşturmaktadırlar. Üstelik de köklerde ve gövdede görüldüğü gibi farklı yönlerde hareket etmektedirler.

Gelin, kökün yer çekimiyle hareket ederek toprağın derinliklerine gitmesini, gövdenin de toprağın üstüne doğru hareket etmesini birlikte düşünelim. Dıştan bakıldığında son derece güçsüz bir görünüme sahip olan bu yapıların toprağı yararak yaptıkları hareketler akla pek çok soru getirecektir. Öncelikle bu noktada ele alınması gereken çok önemli bir karar anı vardır. Öyleyse bu anı, yani hücrelerin başkalaşmaya başladığı zamanı belirleyen, onlara gidecekleri yönü gösteren kimdir ya da nedir? Nasıl olup da her hücre hangi bölümde yer alacağını bilerek hareket etmektedir? Nasıl olup da bir karışıklık çıkmamakta örneğin kök hücreleri sadece toprağın içine doğru uzamaktadır?

Bunlara benzer bütün soruların aslında tek cevabı vardır. Bu kararı alan ve uygulayan, karışıklık çıkmaması için gerekli olan sistemleri belirleyen ve bünyesinde bunları oluşturan elbette ki bitkinin kendisi değildir. Bitkiyi oluşturan hücreler de bunları yapamazlar. Başka bir canlının müdahalesiyle de bu sistemlerin oluşması mümkün değildir. Bütün bunlar bize bitkilerin başka bir güç tarafından yönlendirildiklerini, yönetildiklerini gösterir. Yani bu kararı hücrelere aldırtan, onlara görevlerine göre ne yöne gitmeleri gerektiğini gösteren ve sahip oldukları tüm yapıları yaratan üstün bir aklın varlığını gösterir. Bu aklın sahibi hiç kuşkusuz ki tüm alemlerin Rabbi olan Allah'tır.

ENGEL TANIMAYAN FİLİZLER

Topraktan çıkan filiz her zaman uygun bir ortama ulaşamayabilir; örneğin kendini bir kayanın veya büyük bir bitkinin gölgesi altında bulabilir. Bu durumda büyümeye devam ederse, güneş ışığını alamayacağından fotosentez yapması zorlaşacaktır. Eğer filiz, yeryüzüne çıktığında kendini böyle bir ortamda bulursa, hemen ışık kaynağına doğru büyüme yönünü değiştirir. Fototropizm olarak bilinen bu işlem göstermektedir ki, filizler de ışığa duyarlı yön tayini sistemine sahiptir. Hayvanlarla ve insanlarla karşılaştırdığımızda bitkiler, ışığı algılama konusunda daha avantajlı durumdadırlar. Çünkü hayvanlar ve insanlar sadece gözleriyle ışığı algılayabilirler. Bitkilerdeki yön tayin sistemleri ise son derece keskindir. Bu yüzden hiçbir zaman yönlerini şaşırmazlar. Işığa ve yer çekimine dayalı kusursuz yön bulma sistemleri sayesinde kolaylıkla yönlerini bulabilirler.

Bitkiler ışığı algılayıcı sistemlerin yanı sıra hücre bölünmesinin gerçekleştiği özel büyüme bölgelerine de sahiptirler. Meristem olarak adlandırılan bu dokular genellikle kök ve gövde uçlarında bulunurlar. Filizin gelişimi sırasında eğer büyüme bölgesindeki hücreler hep aynı şekilde büyürlerse bu, gövdenin düz olmasını sağlar. Her bitkinin Meristem dokusunun büyüme yönüne göre şekilleri belirlenir. Eğer bu hücrelerin büyümesi bir kenarda fazla, diğerinde az olursa bitkinin gövdesi eğimli büyüyecektir. Bitkilerdeki büyüme eğer şartlar uygunsa tüm bölgelerde aynı anda başlar. Filizden çıkan bitkinin bir yandan gövdesi acil ihtiyacı olan ışığa doğru ilerler. Öte yandan topraktan bitki için gerekli olan su ve mineralleri sağlayacak olan kökler de yer çekimini algılayan rehber sistemleri sayesinde büyümelerini en etkili biçimde gerçekleştirirler. İlk bakışta bitkilerin kök uzantılarının toprağın altına rasgele yayıldığı düşünülebilir. Oysa gerçekte kök uzantıları bu duyarlı sistem sayesinde kontrollü bir şekilde, hedeflerine kilitlenmiş füzeler gibi ilerlerler.

Bu mekanizmalarla kontrol edilen büyüme, bitkiden bitkiye farklılıklar gösterir. Çünkü her bitkide büyüme kendi genetik bilgisine uygun olarak gerçekleşir. Bu yüzden her bitkide maksimum büyüme oranları da farklıdır. Örneğin bir mısır sapı için maksimum büyüme süresi altı hafta iken, bir kayın ağacı için bu süre çeyrek asır olmaktadır.39

Biz gökten belli bir miktarda su indirdik ve onu yeryüzünde yerleştirdik; şüphesiz Biz onu (kurutup) giderme gücüne de sahibiz. Böylelikle, bununla size hurmalıklardan, üzümlüklerden bahçeler-bağlar geliştirdik, içlerinde çok sayıda yemişler vardır; sizler onlardan yemektesiniz. Ve (daha çok) Tur-i Sina'da çıkan bir ağaç (türü de yarattık);
o yağlı ve yiyenlere bir katık olarak bitmekte (ürün vermekte)dir.
(Mü'minun Suresi, 18-20)

Çimlenme küçücük bir cisimden metrelerce uzunluktaki ve tonlarca ağırlıktaki bir bitkinin oluşmasının ilk aşamasıdır. Yavaş yavaş büyüyen bitkinin kökleri yere, dalları yukarıya doğru uzanırken, içindeki sistemler de (besin taşıyacak sistemler, döllenmesini sağlayacak sistemler, bitkinin uzamasını, genişlemesini ve bunların durmasını kontrol eden hormonlar) hep birlikte ortaya çıkar ve hiçbirinin oluşumunda bir aksama ya da gecikme olmaz. Bitki için gerekli olan her şey aynı anda gelişir. Bu son derece önemlidir. Örneğin, bir yandan çiçeğin döllenme mekanizması gelişirken, diğer yandan da taşıma boruları (besin ve su taşıma boruları) oluşmaktadır. Aksi takdirde, mesela çiçek döllenme mekanizması oluşmayan bir bitkide, soymuk ya da odun borularının hiçbir önemi olmayacaktır. Köklerin oluşmasının da bir anlamı yoktur. Çünkü böyle bir bitki neslini devam ettiremeyeceği için, ek mekanizmalar bir işe yaramayacaktır.

Görüldüğü gibi bitkilerdeki birbirine bağlı ve tam uyumlu olan bu mükemmel yapıda kesinlikle tesadüfen oluşamayacak bir plan vardır. Evrimci bilim adamlarının iddia ettiği gibi kademeli bir oluşum hiçbir şekilde söz konusu değildir.

Gelin bunu herkesin yapabileceği basit bir deneyle gösterelim. Bir adet tohumu ve bununla birlikte yine bu tohumun büyüklüğünü, ağırlığını ve içerdiği moleküllerin karışımını içeren bir maddeyi belirli bir derinliğe gömelim ve bir süre bekleyelim. Ektiğimiz tohumun cinsine göre gereken süre geçtiğinde tohumun toprağı yararak yeryüzüne çıktığını görürüz. Oysa ne kadar beklersek bekleyelim diğer maddenin toprağın üstüne çıkışını göremeyiz. İster yüz yıl bekleyin, ister bin yıl bekleyin sonuç değişmeyecektir. Bu farkın nedeni tabii ki tohumlardaki özel yaratılıştır. Bitkilerin genlerine, bu işlem için gerekli bilgiler kodlanmıştır. Bitkilerde var olan tüm sistemler bilinçli bir seçimin varlığını kanıtlar. Bütün detaylar bitkilerin rastlantılarla oluşmasının mümkün olmadığını, aksine bitkilerin ortaya çıkışında son derece bilinçli bir müdahalenin olduğunu gösterir.

Bitkiler çok çeşitli tohum kılıflarına sahiptirler. Resimde görülen fındık bitkisinin tohumunun kılıfı oldukça sert, zor kırılan kabuksu bir maddeden oluşur. Bu kabuğun içinde iken zamanı geldiğinde filizlenmeye başlayan tohum engel tanımadan, bu sert maddeyi kırarak
dışarı çıkar.

Elbette ki böyle mükemmel bir düzen her şeyi en ince ayrıntısıyla bilen ve meydana getiren bir Yaratıcı'nın varlığının delilidir. Bitkilerin yaşamındaki yalnızca ilk aşama yani tohumun oluşumu bile bize üstün güç sahibi Yaratıcımız olan Allah'ın yaratmasındaki benzersizliği açıkça göstermektedir. Nitekim Allah Kuran'da bu gerçeğe şöyle dikkat çekmiştir:

"Şimdi ekmekte olduğunuz (tohum)u gördünüz mü? Onu sizler mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık, gerçekten onu bir ot kırıntısı kılardık; böylelikle şaşar-kalırdınız." (Vakıa Suresi, 63-65)